16 Ağustos 2013 Cuma

İbrahim 14/40 ve Tadili Erkan

رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ وَمِن ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاء
Rabbic’alnî mukîmas salâti ve min zurriyyetî rabbenâ ve tekabbel duâ(duâi).


1.rabbic'alnî (rabbi ic'al-nî): Rabbim beni kıl
2.mukîme: ikame eden
3.es salâti: namaz
4.ve min zurriyyetî: ve zürriyetimden, zürriyetimi
5.rabbe-nâ: bizim Rabbimiz
6.ve tekabbel: ve kabul et
7.duâi: duamı


'Rabbim! Beni, namazı hakkıyla edâ eden bir kimse eyle; zürriyetimden de (böyle kimseler yarat)! Rabbimiz! Duâmı kabûl buyur!'
Hayrat Neşriyat

Salât ikame edilince kıymetlidir
Salât ikame edilir. Kur’an’da yalınkat salâtın emredildiği yer nadirdir. Çoğunlukla “salât etmemiz” değil “salâtı ikame etmemiz” emredilir. Salâtı emreden âyetlerin muhatabı salâtı eda etmeyenlerdir. Fakat salâtı ikameyi emreden âyetlerin muhatabı namaz kılan müminlerdir. Bir şeyin ikamesi, onun doğru dürüst yapılması ve hakkının verilmesidir. Esasen ikame, “doğrultmak, ayağa kaldırmak” demektir. Kaldırmayınca yere düşen, konumunu kaybeden değerler için kullanılır. Salât da böyledir. İkame edilen salât sahibini doğrultur. Problem sadece namazı eda etmeme değil, eda edilen namazı ikame etmeme problemidir. Kur’an, namazın ikamesinden söz ettiği her yerde, zımnen bu probleme dikkat çekiyor demektir.


İkame edilmiş bir salât insanı ateşten kurtarır, ikame edilmemiş bir salât ise ateşte doğrultulur. Salâ (s-l-y) kökünün bir anlamı da “ateş”tir. Kelime bu tâli anlamı, ateşe yaslanan odun ateşle özdeşleştiği için almış olsa gerektir. Zira salât ile aynı kökten gelen se-yaslâ naran (Ateşe yaslanacak) ibaresinde, ateş tümleç olarak ayrıca zikredilmiştir. Bu da, sonucu teyit eder. Salât kelimesinin kökeniyle ilgili olarak kullanılan salleytu’l-‘ud bi’-n-nâr örnek cümlesinin anlamı “Değneği ateşte fırınlayarak doğrulttum” anlamına gelir. Manidardır. Bu kök anlamından şu ibretli sonucu çıkarabiliriz: Salâtla dünyada doğrulmayan ve salâtını dünyada doğrultmayanı, Allah âhirette ateşle doğrultacaktır.

Salâtı eda ettiği halde salâtı ikame etmeyen müşrik bir tipten söz eder Ma’ûn Sûresi… Bu tipin özellikleri sûrede şöyle dile gelir: 
1) Dini yalanlayan kimsedir. 
2) Yetimi itip kakan kimsedir. 
3) Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen kimsedir. 
4) Salâtı amacının dışına çıkarıp içini boşaltan kimsedir.
5) Salâtı gösteriş için kullanan kimsedir. 
6) En küçük bir yardımı bile çok görüp engelleyen kimsedir. Kur’an, özelliklerini saydığı bu tür birinin üzerini şöyle çizer: “Yazıklar olsun böylesi salât sahiplerine!” (Ma’ûn 107/4).

Şu halde salâtı ikame etmenin içerisine, sadece Allah’ın hukukunu gözetmek değil, kulun hukukunu gözetmek de girmektedir. Sözün özü: İkame edilen salât kıymet kazanır. Tersi, salâtın içini boşaltmaktır ki, bunu yapanlar Yahudileşmiş İsrailoğullarıydı (Bakara 2/43, 83, 110; Nisa 4/162).

Soru: Namaza karşı ülfeti kırıp onu tam duyabilme ve ikame edebilme düşüncesiyle son haftalarda Zât-ı âlînizin işareti üzerine hutbede birkaç paragraf da olsa namazdan bahsediliyor. Fakat çaresi aranan hastalığın umumi olduğu görülüyor. Bütün müminlerin namazı namaz olarak duyup eda edebilmeleri için neler tavsiye edersiniz?

- Aslında namaz gibi diğer ibadetler de şuurluca eda edilmelidir.(01:30)
- Diğer ibadetlerden farklı olarak namaz günde beş defa farz kılınmıştır. Demek ki bizim diri kalmamız adına günde beş defa O’nun kapısına müracaat etmemiz lüzumlu ki, Cenabı Hak onu öyle vecibe kılmış. (02:30)
- Namazın İsrail oğullarına elli vakit farz kılınmasının hikmetleri… (03:00)
- “Salât” kelimesinin manaları… (03:40)
- Ümmet-i Muhammed’in (Aleyhissalâtü vesselam) hususiyetine binaen, Efendimizin hususiyetini ve gölgesini üzerlerinde taşımalarına binaen o ümmete beş vakit namaz yeterli görülmüş. (04:10)
- Süleyman Çelebi’nin konuyu mevlidinde ele alışı… (04:45)
- Üstat Hazretlerinin 9. Sözde namaz vakitlerini nasıl ele aldığı… (05:15)
- Namaz, anlatılan manaları verir ama ondan istifade en başta im’ân-ı nazara (konsantrasyona) bağlıdır. (06:00)
- Niyette başlayan bu konsantrasyonu namazın bütün erkânına yayarak en sonunda o namazı tahiyyatla taçlandırmak… (06:45)
- Miraçtaki sözlerin ifadesi olan Tahiyyat… (07:15)   
- Namaz kendi çizgisinde, yörüngesinde eda edildiği zaman adeta size tabiatınızın bir cebr-i lutfisini yaşatarak sizi miraç noktasına getiriyor. Bu, baştan sona kadar o namazı duymaya, o namazın içinde olmaya ve namazlaşmaya bağlıdır. (09:30)
- Bu namazlaşma da en başta iman-ı hakikiye ulaşmaya, nazarî imandan geçip amelî imanda derinleşmeye bağlıdır. (10:40)
- İkinci bir husus: Bu türlü meselelerin sık sık hatırlatılması lazım. Oturup kalktığımız her yerde muhaverelerimiz sohbet-i canan olmalıdır. Bu türlü müzakereler hayatımızın her anını ibadet haline getirir. (12:40)
- Dünyevî işlerde alternatif damarlar kullanıldığı gibi yaptığımız her şeyde bir damar bulup sohbet-i canana yürümek lazım. Hep sohbet-i canan olsa, zannediyorum, belli ölçüde ruhlardaki kıvam ve canlılık korunabilir. Ve ancak canlılar sadece hissedecekleri şeyleri hissederler. (13:50)
- Namazlaşmanın diğer bir yolu da büyüklerin sohbetlerinde bulunmaktır. Bizim neslimiz öyle büyükleri de göremedi. Biz mahrumiyet döneminin felaketzede nesilleriyiz. (16:15)
- Namazlaşmanın diğer yolu da İmam Gazali ve Bediüzzaman Hazretleri gibi büyüklerin namazla alakalı yazdıkları şeyleri hutbelerde okumaktır. (19:00)
- Hutbede bir de dinleme mevzuu vardır. İnsanlardan talep de olmuyor. Çok ciddi bir alakasızlık var. Hutbenin farziyyetinden haberi yok insanların… (19:50)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder